Uydu ve uydu teknolojilerini geliştirme sektörü, çevre üzerinde farklı alanlarda olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bunların başında roket fırlatmaları sırasında atmosfere yayılan zararlı gazlar gelir. Roket yakıtları yandığında karbondioksit, karbon siyahı, klor gibi kimyasallar açığa çıkar. Bu maddeler hem alt atmosferde hava kirliliğine yol açar hem de üst atmosferde ozon tabakasının incelmesine katkıda bulunabilir. Her bir roket fırlatması, karasal taşımacılığa kıyasla oldukça yüksek karbon salımına sebep olmaktadır.
Buna ek olarak, yörüngede giderek artan uzay çöpleri de önemli bir çevresel tehdit oluşturur. Görevini tamamlamış uydular, kopmuş roket parçaları ve işlevsiz donanımlar Dünya yörüngesinde dönmeye devam eder. Bu parçalar, çalışan uydulara ve gelecekteki uzay görevlerine çarpma riski taşıdığı gibi, gerçekleşen çarpışmalar sonucu daha fazla uzay çöpü üretilmesine neden olurlar. Uzayda kontrolsüz birikmeye başlayan bu atıklar, “Kessler Sendromu” olarak bilinen zincirleme çarpışma riskini artırmaktadır.
Uydu üretim süreci de çevre açısından zararlıdır. Uyduların inşasında kullanılan yüksek saflıkta metaller, nadir toprak elementleri ve özel alaşımlar, doğal kaynakların yoğun şekilde tüketilmesine neden olur. Bu metallerin çıkarılması ve işlenmesi sırasında da ciddi çevresel kirlilik oluşmaktadır. Ayrıca üretim tesisleri enerji yoğun sistemlerdir ve dolaylı olarak yüksek karbon ayak izi bırakırlar.
Bu çevresel zararları azaltmak için çeşitli adımlar atılabilir. Roket fırlatmalarında karbon salımını düşük tutacak yeni yakıt türleri ve itki sistemleri geliştirilebilir. Örneğin, metan veya hidrojen bazlı yakıtlar daha temiz alternatifler olarak kullanılmaya başlanabilir. Yeniden kullanılabilir roket sistemleri (SpaceX’in Falcon 9 gibi) yaygınlaştırılarak her fırlatma için yeni roket üretme ihtiyacı azaltılabilir.
Uzay çöpü sorununun önüne geçmek için ise uydulara görev sonunda kendini imha edebilme veya atmosfere güvenli şekilde geri dönebilme sistemleri eklenebilir. Aktif uzay çöpü temizleme teknolojilerinin geliştirilmesi ve uluslararası uzay hukuku çerçevesinde zorunlu hale getirilmesi de bir diğer önemli adımdır.
Uydu üretiminde kullanılan malzemeler için geri dönüştürülebilir ve daha çevre dostu seçeneklerin geliştirilmesi de kaynak tüketimini azaltacaktır. Üretim tesislerinde yenilenebilir enerji kullanımı ve çevre yönetim sistemlerinin uygulanması sektördeki karbon ayak izini düşürmeye katkı sağlayabilir.
Özetle, uzay teknolojilerinin çevresel zararları inkâr edilemez boyuttadır; ancak teknolojik gelişmeler, sürdürülebilir üretim ve uluslararası düzenlemelerle bu zararların önüne geçmek mümkündür.
“Yeşil uydu” kavramı, üretiminden işletilmesine kadar çevresel etkileri minimuma indirilen, enerji tasarruflu ve karbon salımı düşük uydu teknolojilerini ifade eder. Bu uydular, daha hafif ve geri dönüştürülebilir malzemelerden üretilir; güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan güç alır ve görev sonunda kontrollü olarak yok edilmeye programlanır. “Temiz sinyal” ise haberleşme sırasında minimum enerji tüketimiyle maksimum verim sağlayan, düşük güçlü ve kesintisiz veri aktarımı sağlayan sinyal sistemlerini ifade eder. Geleneksel uydular yüksek güçlü vericilerle çalışırken, temiz sinyal yaklaşımı düşük güçlü vericiler, dar bant teknolojileri ve optimize edilmiş veri işleme yöntemlerini içerir. Teknik açıdan bakıldığında yeşil uydular daha kompakt, modüler ve enerji etkin sistemler sunarken; çevresel olarak üretim sırasında daha az kaynak tüketir ve işletim süresince daha az karbon salımı gerçekleştirir.
Haberleşme sektöründe sürdürülebilirliği sağlamak için öncelikle enerji yoğun veri merkezlerinin ve baz istasyonlarının yenilenebilir enerji kaynaklarıyla desteklenmesi gerekir. Uyduların ve yer istasyonlarının enerji tüketimi optimize edilmeli, düşük güçlü sistemler ve verimli soğutma teknolojileri devreye alınmalıdır. Kurumlar, haberleşme altyapısında çevreci malzemeler kullanmaya özen göstermelidir. Ayrıca karbon salımını azaltmak için yeniden kullanılabilir roket sistemleri ve kontrollü yörünge sonlandırma teknolojilerinin benimsenmesi önemlidir. Kurumumuz bu bağlamda, güneş enerjisiyle çalışan uydu platformları, yapay zekâ destekli trafik yönetim sistemleri ve düşük güçlü veri iletim protokolleri üzerinde çalışmaktadır. Haberleşme ağlarımızda aktif enerji izleme sistemleriyle gereksiz güç tüketimi tespit edilip otomatik olarak önlenmektedir.
Yapay zekâ, haberleşme ağlarında dinamik enerji yönetimini mümkün kılarak enerji tasarrufuna katkı sağlar. Örneğin, trafik yoğunluğuna göre baz istasyonlarının çalışma modlarını optimize eder. Otomasyon sistemleri sayesinde ağ bakım ve onarım işlemleri daha verimli gerçekleştirilir, gereksiz donanım kullanımı azaltılır. Düşük güçlü vericiler ise geleneksel yüksek güçlü sistemlere kıyasla daha az enerji tüketerek veri iletimini gerçekleştirir. Kuruluşumuzda bu teknolojiler entegre enerji yönetimi sistemleri aracılığıyla kullanılmaktadır. Ağ üzerindeki veri akışını analiz eden yapay zekâ yazılımları, verici gücünü otomatik ayarlayarak enerji kayıplarını önlemektedir. Ayrıca, cihazlar arasında doğrudan iletişimi destekleyen IoT tabanlı çözümlerle enerji tüketimini minimum seviyede tutmaktayız.
LEO takımyıldızı uyduları, düşük gecikmeli ve geniş kapsama alanı sunarak küresel internet erişiminde devrim yaratmıştır. Daha düşük irtifada çalıştıkları için sinyal kayıpları ve enerji tüketimi daha azdır, bu da sürdürülebilirlik açısından önemli bir avantajdır. Ancak bu sistemlerin binlerce küçük uydudan oluşması, yörüngede uzay çöpü riskini ciddi ölçüde artırmaktadır. Özellikle kontrolsüz çarpışmalar sonucu yeni uzay çöplerinin oluşma riski yüksektir. Bu riski azaltmak için uydulara görev sonlandırma teknolojileri entegre edilmeli, yani ömürlerini tamamlayan uyduların kontrollü şekilde yörüngeden çıkarılması sağlanmalıdır. Ayrıca, uluslararası iş birlikleriyle aktif uzay çöpü toplama sistemleri geliştirilmelidir. Uzay trafik yönetimi standartları oluşturulmalı ve tüm operatörler tarafından uygulanması zorunlu hale getirilmelidir.
Türkiye’de dijital haberleşme altyapısının yeşil dönüşümü henüz başlangıç aşamasındadır. Baz istasyonlarında yenilenebilir enerji kullanımı ve enerji verimli ağ teknolojileri gibi projeler artış göstermeye başlamıştır; ancak dönüşüm henüz sektör genelinde standart hale gelmemiştir. Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Türkiye’nin 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi doğrultusunda sektörün öncelikli yol haritası; enerji verimli 5G ve fiber altyapısının yaygınlaştırılması, yenilenebilir enerji entegrasyonunun hızlandırılması ve yeşil AR-GE projelerinin desteklenmesi olmalıdır.
Bu süreçte kamu sektörünün rolü, düzenleyici çerçeveleri belirlemek, teşvik mekanizmaları oluşturmak ve yeşil dönüşümü denetlemek olmalıdır. Özel sektör ise yenilikçi çözümler geliştirerek teknolojik dönüşümü fiilen uygulamaya koymalıdır. Kamu-özel sektör iş birliği çerçevesinde ortak projeler ve ulusal stratejiler geliştirilmesi, yeşil dönüşümün hızlanmasını sağlayacaktır. Sektör genelinde çevreye duyarlı üretim ve hizmet anlayışının yaygınlaştırılması büyük önem taşımaktadır.
Mert Özaydın
KÜPSAT A.Ş.





